Röportaj : Öznur Doğangün
Deşifre : İbrahim Cebe
Fotoğraflar : İbrahim Cebe
Hayalim, Çanakkale’de Çanakkale Savaşları Enstitüsü’nü Kurmak
Çanakkale Savaşlarının 100. yılını çeşitli etkinlikler ile andığımız günlerde bu konuda en önemli çalışmaları yapan bir isim ile bir araya geldim.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nin kurucu Rektörü Prof. Dr. Mete Tunçoku ile Türk ve Anzak gözünden savaşları, savaşanların anılarını, birbirlerine karşı duygularını ve bu alanda yapılan çalışmaları konuştuk.
Sonuç; savaşlar mazide kalmalı, geleceğimizde barış olmalı.
Hocam, Çanakkale ile ilgili ilk ne zaman araştırmalar yapmaya başladınız?
Aslında şans eseri Çanakkale Savaşlarını araştırmaya başladım. Yoksa asıl uzmanlık alanım uzak doğu, Japonya’dır. 1976’da askerliğim döneminde karşıya yarımadayı gezmek için geldiğimde çok duygulandım. O zamanki şehitlik ve mezarların perişan durumu ve yanı başındaki İngiliz, Fransız ve Yeni Zelanda anıtlarının durumunu görünce üzüldüm. 1984 yılında bu konuyla ilgili ilk yazımı gazeteye gönderdim. Hatta başlık Çanakkale Yarımadası ve Şehitlerin Perişan Durumuydu. Hiçbir tepki gelmeyince bunu İngilizceye çevirip yabancı bir gazetede yayımladım. İngiliz Büyükelçiliği Kültür Müsteşarı aradı. Biz de yanı başımızdaki Türk şehitliklerinin bu durumda olmasından dolayı rahatsızız, bu konuyla ilgilenmenize şaşırdık, o nedenle iletişime geçtik dedi. Davetleri sonrası gidip konuştum. 1985’de İngiltere Kültür Heyetinin sağladığı bursla İngiltere’ye gittim. Bundan evvel de 1975’te doktora tezimi yaparken araştırmalarım sırasında Çanakkale’yle karşılaşmıştım. Ve baktığımda bizlerin Çanakkale Savaşının sadece destansı boyutuna girdiğimizi gördüm. O nedenle bir kitabımın ismi Buz Dağının Altı’dır. Bizler yakın zamanlara kadar hep buz dağının üstüne bakmışız. Savaşlar kahramanlıklar sadece destanlardan oluşmaz, bir de bunun alt kısmı vardır. Ondan sonra belgelerle Churchill’in Çanakkale Rüyası, Churchill’ın Japon Donanmasını Çanakkale’ye Davet Etmesi, İrlanda Tümeni ve Çanakkale, Siyonist Katırlı Birlikleri ve Çanakkale Savaşları gibi konularda bilgiler yayımlamaya başladım.
Çok yoğun bir programınız var. Sürekli ülkeden ülkeye konferanslar için seyahat ediyor, Türkiye’de ise yerel ve uluslararası projelerde yer alıyorsunuz. Katıldığınız tüm bu etkinlikler özel davetler mi yoksa bir kurum tarafından mı görevlendiriliyorsunuz?
Çanakkale’de 1915 yılında savaşan milletler bugün bağımsız devletler haline gelmiş. Bu devletlerin toplam sayısı otuz. Bakanlığımız tarafından bu otuz ülkenin elçiliklerine bir yazı gönderilmiş. Bulunduğunuz ülkedeki üniversitelerden akademisyenlerle iş birliği yaparak o ülkelerde bazı etkinlikler düzenleyin deniyor yazıda. Bunun için de konunun uzmanlarının isimlerinin olduğu bir liste veriliyor, o listede benim de adım var. Bu nedenle başta İngiltere ve İskoçya olmak üzere birçok ülkeden teklifler gelmeye başladı. Fakat gelen tekliflerin neredeyse hepsi Nisan ve Mayıs aylarında olacak şekilde. Bunun için hepsine değil de birkaç tanesinin davetine gidebiliyorum. Tabi ben yıllardır benzeri davetler alıyor ve çeşitli ülkelere konferans vermek üzere gidiyorum. Mesela 2012 yılında Avustralya’da 11 Yeni Zelanda’da ise 3 konferans verdim.
Bu konferanslarda sizi en çok etkileyen ne oldu?
En dikkatimi çeken şey, katılımcılardı. Çünkü konferanslara gelenlerin Çanakkale konusunda bir şeyler bilen araştırmacılar, gazeteciler, akademisyenler olduğunu gördüm. Büyük bir merakla dinleyenler ve konferans sonrası yapılan tartışmalar, insanın hiç aklına gelmeyen bir şeyin soru olarak dönebilmesi bana hep çok enteresan gelmiştir. Anılardan bahsedecek olursak, bir konferanstan sonra Türkiye’ye dönüş yaptım. Bir süre sonra oranın müdüründen mektup geldi. Sayın Profesör, konferansı dinleyenlerden olumlu yorumlar aldık. Konferansı dinleyen görevlilerden birisi bir şiir yazıp bana iletti. Bu şiiri size iletmemi rica etti. Şiiri sunuyorum dedi. Şiiri yazan bayanın adı Elana Flip. Şiirde geçen Manukau adında bir yer var. Yeni Zelandalılar tarihleri boyunca ülkeleri için çarpışırken hayatlarını kaybeden askerleri için Manukau’da çok güzel bir park yapmışlar.
Ne diyor şiirde?
Şiir’in ismi Tuz…
Çanakkale’de ya da Manukau’da ağlasın
Aynıdır bir ananın gözyaşları, tuzludur
Oğlu artık çekmez acı duymaz şiddeti
Ama sonsuza dek sürer ananın acısı
Ayırmaz kara toprak ölenleri alırken bağrına
Tıpkı bir zamanlar onları kucaklayan ana gibi
Yakar gözleri acı dolu yanaklardan dökülen tuzlu gözyaşları
Tıpkı parçalanmış bedenlerden akan, tuzlu kan gibi
Ne fark eder kimin anası kimin oğlu
Acıda hep biriz sonuçta
Ne var ki, yaşarken bizler onlar halen ölü
Bizlerde gözyaşı onlarda kan
31 Mart 2012-Elana Flip
Yani Çanakkale savaşları yıllar sonra bile şiir yazdıracak kadar önemli.
Pek çok yerde araştırma yaptınız, yurt dışında özellikle de Avustralya’daki araştırma ortamları nasıl?
Harika ortamlar yaratılmış yurt dışında. War Memorial dedikleri yer mesela, müze, galeri, arşiv ve konferans salonlarının yer aldığı bir yer. Kafe, lokanta dâhil her şey var. Açıkçası bir araştırmacı için her şey düşünülmüş. Ben burada aylarca çalışma imkânı buldum. Orada askerlerin tuttukları günlükleri, o günkü gazeteleri bizzat okuma şansım oldu.
Anıları en iyi koruyan ülke hangisi sizce?
Bunları en başarılı şekilde koruyan ülke Avustralya. Savaş sırasında kullanılan, uçaklar, gemiler dahi çok iyi korunmuş.
Anzaklara ait savaş dönemini anlatan çok sayıda günlük var değil mi?
Bizim kültürümüzde günlük tutma alışkanlığı yok. Zaten okuma-yazma oranımız da o yıllarda çok düşüktü. Orada çarpışan askerimizin kaçı okur-yazardı bu tartışılabilir. Fakat komutanlarımız da günlük tutmamış. Sadece Genel Kurmayın savaşta tuttuğu önemli zabıtlar var. Bunlar da belli sayıda. Benim en büyük şansım Yeni Zelanda’da, Avustralya’da 1990’lı yıllarda bilgisayar bu kadar yaygın ve gelişmiş değilken, orada arşive gittiğimde yüzlerce günlüğe ait listeye arşivlerinden ulaşabiliyordum. O savaşa katılanların günlükleri aileleri tarafından bırakılmış. Her sayfasının arasına zaman geçtikçe mürekkep bulaşmasın diye ipek kâğıtlar konulmuştu. İnsan o dönemde yazılmış bir günlüğü okurken çok derin duygular yaşıyor.
Okuduğunuz anıların arasında sizi derinden etkiyen bir anı var mı?
Conkbayırı ile ilgili bir çarpışmada bir askerin günlüğü diyor ki, ben ve yanımdaki dört, beş kişi farkında olmadan tepelere çıkmıştık. Türklere çok yakındık bunu fark eder etmez kendimi yere attım. Çünkü tüfek atışı başlamıştı. Fakat ayaktayken boğazın öbür tarafını gördüm. Çok heyecanlanmıştım. Orada kalamazdık, öldürülebilirdik. Herkes beni bekliyordu. Ben ne yaparsam onlar da onu yapacaktı. Bir ateş geldi sıçradım, onlar da sıçradı… Sayfayı çevirdim arkasında bir şey yok. En arka sayfasında War Memorial’ın notu; Asker, bahsettiği çarpışmalarda yaralanmıştı. Ardından Malta’ya tedaviye götürülmüş, büyük ihtimalle tedavisini olurken günlüğünü yazmaya devam etmiş ama maalesef askerin tedavisi başarısız olmuş ve ölmüştür. Öldüğünde 17 yaşındaydı, defter annesi tarafından arşive bağışlanmıştır. Orada o savaşın acılığını hissediyoruz. Çünkü ne olursa olsun geride sadece mezarlıklar kalıyor.
Yurt dışında katıldığınız konferanslardaki gözlemlerinizden yola çıkarsak, burada savaşan ülkelerin çocuklarının bize karşı hissiyatları nasıl?
Bu sorunun cevabı bahsettiğiniz ülkeye göre değişiklik gösteriyor. Mesela Avustralya’daki insanların anlayamadıkları bir nokta var. Avustralyalılar İngiltere’nin deniz aşırı ülkelerdeki evlatları olarak kendilerini görüyorlar. Çünkü hemen hemen hepsinin annesi, babası, dedesi İngiltere’de yaşıyor. Memleketlerinden ana vatanları için çıkıp Çanakkale’deki çarpışmaya katılıp başarısız oluyorlar. Batı Cephesinde Almanlara karşı İngiltere yanında savaşırken çok başarılılar. Bu yüzden Çanakkale’de nasıl oldu da Türklere yenildik diye sorguluyorlar. Fakat bunu sadece Avustralyalılar değil oradaki araştırmacılar dahi sorguluyorlar. Kendilerine neydi bizi başarısız yapan şey diye soru soruyorlar. Ben de onlara biz de bir dönem imparatorluktuk ve çok geniş sınırlarımız vardı. Fakat 1. Dünya Savaşıyla Osmanlı’nın topraklarının paylaşılması kavgası meydana geldi. Osmanlı’nın haritadan silinmesi amaçlanıyordu. Bizim için Çanakkale’nin bambaşka önemli bir boyutu var. Çanakkale ele geçirilseydi eğer İstanbul’a ardından Anadolu’ya geçilecekti. Yani Rumeli, Galiçya, Yemen veya farklı bir yerde değildik. Kapımızın hemen girişindeydi düşman. Biz Çanakkale’de vatan, bayrak ve inandığımız Allah uğruna çarpıştık. Oysaki onlar bilmediği bir ülkede bilmediği bir milletle bilmediği bir neden uğruna karşımıza geldiler. Biz Çanakkale’de memleketimizin savunmasını verdik. Günlüklere baktığımızda ise savaş öncesi barbar olarak niteledikleri askerlerimizi savaştan sonra asla barbar değiller diye niteliyorlar. Bu övgüler sadece asker günlüklerinde değil, komutanların günlüklerinde de yer alıyor.
Hayalinizde Çanakkale’de gerçekleşmesini istediğiniz bir proje var mı?
Çanakkale’de Avrupa veya Avustralya’da olduğu gibi çok büyük bir enstitü oluşturulmalı. Bunun için iyi bir yasa, bütçe ve kadronun oluşturulması lazım.
Nerede olabilir bu enstitü?
Hayalimdeki yer Çimenlik Kalesi, orada harika bir müze ve zengin bir arşivin oluşturulması güzel olur diye düşünüyorum. Yurt dışından ve Türkiye’den toplanan belgelerle burada güzel bir araştırma merkezi kurulabilir. Bunlar aynı zamanda sanal arşivde de korunmalı. Bu merkezin müzesi, arşivi, tarihi eserlerin onarıldığı kısmı da olmalı.
Çanakkale’ye her geçen gün daha fazla insan geliyor, bu konuda ne düşünüyorsunuz
Gördüğüm kadarıyla insanlar Çanakkale’ye umut ve özgüven tazelemek amacıyla geliyorlar. Çünkü burada bu coğrafyada yaşayan herkes birlik içinde gelip burada mücadele verdi. Ben ona Çanakkale ruhu diyorum. İşte o ruhla bir şeyler yaptık. Mustafa Kemal’in modern savaş tarihimiz içerisine girişi, milli mücadele ruhunu belirmesi, Cumhuriyet’in kuruluşu ve arkasından gelen aydınlanma reformları bizleri bugünkü çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ne taşıdı. Çanakkale’ye gelenler 1915 yılında bu ruhu yarattık deyip özgüven tazeliyorlar.
Çanakkale Zaferi’nin 100. yılı projelerinde ne olmasını isterdiniz?
Açıkçası bir konser önerdim fakat pek ciddiye alınmadı. Stadyumda savaş karşıtı müziklerin yer alacağı uluslararası bir konser olmalıydı. Zülfü Livaneli gibi, Joan Baez gibi önemli ustalar Çanakkale’ye davet edilip bir 100. yıl konseri gerçekleştirilebilirdi diye düşünüyorum.